İslam ve Sosyalizm: İki Farklı Dünya Görüşleri
Sosyalizmi nasıl tanımlarsınız bilmiyorum, fakat İslam işçi ayaklanması değildir. Kölelik ve işçiliği aynı kefeye koyarak anlamlandırmak ise içi boş ve anlamsız bir çabadır. Sosyalist düşünce, dünya cenneti vaadi ile kandıran bir yapılandırma iken, eşitliği öne çıkararak insanların her anlamda aynı konuma gelmesini ele alır ki bu da yine aynı derecede haksızlıktır. İslamiyet, "kişinin çalıştığı kadarına sahiptir" diyerek herkesin payının kendine ait olduğunu söyler. Zekatı farz kılarak da zengine verilen mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu, zenginlerin o mülk içinde düşkünler ve zayıflar için bir hak koymaları gerektiğini belirtir. Bu, ne devletsizlikle ne de eşitlikçi bir düşünceyle ilgilidir.
Kapitalizme karşı olduğunu savunan ama onun tamamlanmasında ve beslenmesinde derin rolleri olan sosyalist düşünce, asla İslam direnişini ve inkılabını savunduğu bir yerde değildir. İslam direnişi, bireyleri eğitir; köle olmadıklarını, sahiplerinin insanlar olmadığını hatırlatır. Aynı zamanda eşitlikçi değil, inen ve çıkan konumlar ve mevkiler üzerine bırakır ki kabiliyetleri gelişsin ve kendilerini gerçekleştirsinler. İşçi ve emekçiye değil, dünyada olan ve olacak bütün meslekleri kapsayan bir düşünce yapısını aşılar. Bunu yaparken var olan duygularını yok etmeye değil, onların yönünü değiştirmeye ya da o duyguları hak eden kişiye karşı göstermeyi öğrenmeni sağlar. Sosyalist düşünce, uygulandığında daha büyük kayıpların verildiği bir yapı olduğu için, hiçbir zaman Asr-ı Saadet gibi bir gerçeği ortaya koyamamıştır. İbn Teymiye gibi kendi döneminde alanında ihtisas sahibi âlimlerin yalanladığı bir düşünce yapılanmasıdır ve bu görüşe destek vermez.
Peygamber (sav) yaşantısından bihaber bu safsata düşünceler, amelsiz insanların Mesih bekleyen Yahudi ve Hristiyanlar gibi bir düşüncenin kendilerini ayaklandırmasını beklerler. Herkes iyi olsun, ben de beş vakit namaz kılarım; dünya bir düzelsin, bu kadar sıkıntının içerisinde sünnet-i seniyye nasıl aklıma gelecek, diye düşünürler ve bu kimselerin sığınağı haline gelirler.
İnancı kalbe bağlayan bu kimseler için düşünceler, ne hikmetse akla yatkınlıkla anlatılmaktadır. Görmüyor musun, Peygamber (sav) de inkılap yapmıştır deyip bir inkılap olana kadar amelsiz beklemektedirler.
Peygamberimiz (sav)'in kişilikteki yüceliğini, ameldeki takvasını önce kendi yapıp sonra ashabından isteyen tarafını ya görmezden gelirler ya da "o peygamberdir" deyip kutsal hale getirerek, biz onu yapamayız ile yine atalet zindanında kendilerine hak verirler.
Bizler ise inanıyoruz ki, bireysel inkılap toplumsal inkılaba kalb olacak. İnanmak değil, salih amel işleyip ahlaklı, erdemli toplumu tekrar kazanacağız. Önce kendimizi eğitip sonrasında bu nefsi terbiyeye insanları teşvik ederek muasır toplum hedefine ulaşacağız. Yoksa söylemler, manifestolar, propagandalar vb. ile değil.
Hakikat arayan önce yola çıkar. Yol eylemdir. Amel ederken bilinçlenilir. Bilinçlenme her zaman harekete geçirmez. Bu düşünce üzerine kurulan bir fikir yapısı da tabii ki söz üzerinde kalır. Zaten hareket isteyen birkaç kişiyi ya etkiler ya etkilemez.
Yorumlar
Yorum Gönder